Kansere Karşı D Vitamini
D vitamini ile kanserden korunma arasındaki ilişkiye dikkat çeken ilk insan çalışması 1980’de Garland ve arkadaşının yapmış olduğu, güneş ışığına daha çok maruz kalan veya daha düşük rakımlarda yaşayan popülasyonlarda kolon kanseri görülme sıklığının daha düşük olduğunu gösteren çalışmadır. 1992’de Hanchette ve arkadaşının yapmış olduğu bir çalışmada da benzer bir şekilde güneşin daha yoğun olduğu bölgelerde yaşayan insanlarda düşük prostat kanseri riski olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmalardan sonra güneş ışığına maruziyetin ciltte D vitamini sentezine yol açtığı bilindiğinden, D vitamininin kansere karşı koruyucu olabileceği fikri ortaya atılmış ve bu konuda daha fazla çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Yaklaşık 30 yıldan beri yapılan çesitli çalışmaların sonucunda D vitamini `potansiyel kanser önleyici ajan` olarak gösterilmektedir.
Hastalıktan korunmanın yanı sıra, yeterli D vitamini seviyelerinin tedavideki başarı oranlarını da olumlu yönde etkilediğine dikkat çeken çalışmaların sayısı her geçen gün artmaktadır. Yapılan birçok araştırmaya göre kemoterapi ve ilaç tedavisi öncesinde serum D vitamini seviyeleri yeterli olan hastaların hayatta kalma sürelerinin, düşük olanlara göre daha uzun olduğu bildirilmektedir. Ayrıca, klinik çalışmalarda, yeni kanser tanısı almış bireylerin kandaki D vitamini seviyelerinin düşük olması durumunda yapılan D vitamini takviyesinin, bağışıklık sisteminde pozitif gelişime sebep olduğu bildirilmektedir. Bu durumun da kanserin tedavisinde, kemoterapi ve ilaç alımı sebebiyle yaşanabilecek yan etkilerin azaltılmasında ve hastalığın iyileşmesinde etkili olacağı düşünülmektedir.
Doğal yollarla D vitamini içeren besin kaynakları başta somon, ton ve uskumru gibi yağlı balıklar olsa da oldukça sınırlıdır. Az miktarda karaciğerde, peynirde, yumurta sarısında ve mantarlarda bulunmaktadır. En başarılı beslenme programını uygulasak dahi, günlük almamız gereken D vitaminini sadece besinlerle karşılamamız imkansızdır. Güneşe maruziyet bu noktada oldukça önemlidir. Güneş ışığının derimize direk olarak temas etmesiyle birlikte vücutta D vitamini sentezi başlamaktadır. Böbrek ve karaciğerin de sentez aşamalarına dahil olmasıyla D vitamininin aktif formu üretilmektedir. Bu yüzden günde 15-18 dakika güneşlenmenin, günlük D vitamini ihtiyacımızı karşılamada etkili olacağı önerilmektedir. Uygun saatlerde dışarıda yapılacak bir yürüyüş, çalışma aralarında iş yerinizin bahçesinde vereceğiniz bir kahve molası elbette D vitamini sentezinize katkı sağlayacaktır. Tabi ki dikkat edilmesi gereken bir nokta da Kıbrıs gibi güneş ışığının oldukça yoğun olduğu ülkelerde, tehlikeli sayılabilecek öğle saatlerinde güneşlenmenin pek uygun olmayacağıdır. Bu yüzden aynı zamanda kaliteli omega 3 kaynakları olan yağlı balıkları haftada 2 diyetimize yerleştirmemiz hem kalp damar sağlığımızı destekleyecek, hem kaliteli protein almamıza yardımcı olacak, hem de günlük almamız gereken 600 IU D vitamini miktarına katkı sağlayacaktır. Dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta da D vitamininin vücutta depolanabildiği ve çok yüksek miktarlarda alındığında toksik etkiye sebep olabileceğidir! Mutlaka doktorunuza, diyetisyeninize veya eczacınıza danışmanız önemlidir.
Önceki bültenlerimzde Doğu Akdeniz Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde doktora tez çalışması olarak yürütülmekte olan D Vitamini Projesi’nden bahsetmiştik. Meme kanserli bireylerde planlanan bu çalışmada serum D vitamini seviyeleri, besin yoluyla aldıkları D vitamini miktarları ve D vitamini metabolizmasıyla ilintili olası genetik farklılıklar incelenmektedir. Kanser Araştırma Vakfı`nın da desteklediği çalışmamız devam etmektedir.
Güzelyut bölgesindeki toprak, su ve bitkilerde ağır metal analizleri
Beste Arslan’ın doktora tezi çerçesinde yapılan Güzelyurt Bölgesi’ndeki çalışmaların sonuna gelindi. Sulama suyu kalitesi, kirliliği ve yönetimi ile ilgili hazırlanan makale yayın aşamasında. Güzelyurt Bölgesi’nde ciddi bir tuzluluk probleminin olduğu yıllardır dile getirilse de, en azından bu proje kapsamında toplanan numunelerin elektriksel iletkenlik (EC) değerlerine bakıldığı zaman, tarım yapılamayacak kadar vahim bir tuzluluğa rastlanmamıştır. Deniz suyu girişimi Revelle Indeks yardımıyla değerlendirilip; test edilen kuyu sularının büyük çoğunluğunda, az da olsa bir deniz suyu girişiminin olduğu kanısına varılmıştır. Macaristan’ın Budapeşte kentinde su numuneleri üzerinde yapılan ağır metal testlerinin tümü limitlerin altında olup; şu şekilde sıralanmaktadır Fe>Cr>As>Pb>Hg>Cd. Genel anlamda, toplanan su numuneleri üzerinde gerek ağır metal gerek ise tarımsal sulama suyu kalitesi açısından bir sıkıntı görülmemiştir. Güzelyurt Bölgesi’ndeki su yönetimiyle ilgili sıkıntılar çiftçiler için esas problem doğurmaktadır. Ürün yetiştirmek için en iyi pH aralığı 6.5-7.00 olduğundan ve bölgedeki pH değerlerinin 7’nin üzerinde alkali olduğundan dolayı, gerekli görülen durumlarda verimi artırmak amacıyla nitrik ve fosforik asit eklenerek pH değerleri düşürülebilir. Tarım alanlarından alınan toprak numunelerinde kurşuna (Pb) rastlanmamasına ragmen, kadmiyum (Cd) limit değerlerinin üzerinde çıkmıştır. Tarım alanlarından dördünde nikel (Ni), birinde ise kromyum (Cr) limit değerlerinin üzerinde bulunmuştur. Toprak yapısı “tın” olarak isimlendirilen, kum, silt, kil ve organik madde içeren, azot açısından zengin, alkali, düşük tuzlulukta tarıma elverişli bir topraktır. Bitkiler üzerinde yapılan testler sonucunda, kadmiyum (Cd) ve kromun (Cr) sınır değerlerinin üzerinde olduğu görülmüştür. Numunelerin sadece birkaçında kurşun (Pb) değerleri yüksek çıkmıştır. Ağır metallerin topraktan bitkilerin yenilebilen kısımlarına geçişini hesaplamak için TF= Cbitki(yenilebilen)/Ctoprak(toplam) yaklaşımı kullanılmıştır. Geçiş faktörü ne kadar yüksek ise, o metalin hareketliliği de o kadar yüksektir anlamına gelir. Buna göre geçiş faktörleri şu şekilde sıralanabilir : Co>Cr>Ni>Cd. Toprak numunelerinde kurşuna rastlanmadığından dolayı herhangibir geçiş faktörü hesaplanamamıştır.
Voltaj kapılı sodyum kanalı (nNAV1.5), INaP Blokeri olan Eleclazine’in meme kanseri üzerindeki etkisi
Araştırmanın amacı, bir farmakolojik ajanın kanser hücrelerinin invazivliği üzerindeki anti-metastatik potansiyel etkisini doğrulamak ve karakterize etmek olacaktır. Ek olarak, test edilen bileşiğin gücünü ve / veya özgüllüğünü arttırmak için nanoteknolojik teknikler kullanılacaktır. Önerilen araştırma, kanseri "kronik" bir hastalığa dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Yani amaç, yaşam kalitesini olumsuz etkileyen agresif terapi stratejileri yerine, yaşam kalitesini etkilemeyen ve hastaların uzun yıllar yaşayabilmesini sağlayan bir terapi geliştirmektir.
KKTC’de Kanser Vakalarının İstatistik Çalışması
Kıbrıs’taki kanser sıklığı ile ilgili 1990-2004 yılları arasında bir istatistik çalışması yaptık (Hincal ve ark. 2008). Bu dönem, adanın Güneyine geçişin mümkün olmasına kadar sürdü ve sonrasında kaydedilen kanser vakaları bir şekilde belirsiz hale geldi. Her halükarda bu model çalışmanın Kuzeydeki şu anki durumun göstergesi olduğuna inanıyoruz. Hincal ve ark. (2008)’ın statistik analizleri “Batı dünyasının” 40-50/10,000 olan kanser oranına kıyasla Kuzey Kıbrıs’ta senede ortalama 11-12/10,000 vaka olduğunu ortaya çıkardı. En sık rastlanan kanserler, kadınlarda meme, erkeklerde akciğer kanseri idi. İki kanser çeşidinde (akciğer ve melanoma),‘yaş standardizasyon oranı’ kuzey ve/veya güney Avrupa ülkelerinden daha yüksekti. Ancak verilerin en çok endişe verici yönü “vaka yaşı” (kanserin ilk tespit edildiği yaş) Avrupa’nın her iki bölgesine kıyasla bazı kanser çeşitleri için (meme, deri, akciğer, kolorektal ve beyin) Kuzey Kıbrıs’ta anlamlı bir şekilde daha düşüktü. Bunun potansiyel ciddi problem olduğu kabul edildi ve yerel teşhis servislerindeki eksikliklere bağlı olarak bu azımsanmış bile olabilir.
Kanser Farkındalık Çalışması
- Soruların % 87’sinde anlamlı farkındalık oluştu.
- En fazla ilkokul öğrencilerinin farkındalık derecesinin arttı.
- Tüm okullarda çevrenin, yaşam tarzının kanser üzerindeki etkisi, cep telefonu kullanımı, fast food yiyecekler ve sigaranın zararları konusunda anlamlı bir farkındalık oluştu.
- İlkokul öğrencilerinin en fazla havada ve suda kanserojen madde olabileceği bilgisi konusunda farkındalığı arttı.
- Ortaokul öğrencilerinin en fazla sigara kullanımının kanserle ilişkisi konusunda farkındalığı arttı.
- Lise öğrencilerinin en fazla havada ve suda kanserojen madde olabileceği bilgisi konusunda farkındalığı arttı.
- Üniversite öğrencilerinin en fazla çevresel faktörlerin genetik etkenlerden daha önemli olabileceği konusunda farkındalığı arttı.
Yapılan çalışma sonucunda her yaş grubunun ilgi alanına yönelik konularda (örn. sigara kullanımının başladığı ortaokul çağlarında sigara konusundaki farkındalık artışı) farkındalık en fazla oldu. Bu çalışmaya bağlı olarak çocuklara ve gençlere çoğaltılan CD’ler sayesinde kanser konusunda kalıcı bir bilgi aktarılmış oldu. Ayrıca edinilen bilgilerin ve CD’lerin ailelere aktarımı ile farkındalık yaygınlaştırıldı.